Amerikalı gazeteci Georges Schreiner 1915 yılında geldiği Türkiye’de Associated
Press ajansının savaş
ve genel muhabiri olarak dokuz ay geçirdi. Müttefiklerin Çanakkale ve Gelibolu’ya
yaptıkları saldırıyı bu haber ajansına iletti. İstanbul’da ikameti sırasında
bir kez Sultan’ın huzuruna çıktı. Sait Halim Paşa, Enver Paşa, Talat Paşa gibi devletin ve
İttihat
ve Terakki cemiyetinin önde gelen liderleriyle görüştü. Gelibolu’da
Liman Von Sanders Paşa
ile karşılaştı. İstanbul’da birçok
aydınla tanıştı,
Halide Edip hanım onlardan biriydi. Savaş muhabiri olarak gittiği Çanakkale’de
Türk bataryalarını ve cephe gerisini dolaşarak buradan dünyaya ilk haberleri
geçen kişi
oldu. Anılarını “Berlin’den Bağdad’a”
adlı 1918 tarihli kitapta topladı.
25
Şubat
1915’te Schreiner kendisi gibi gazeteci olan Friend Swing ile buluştu. İki arkadaş Enver Paşa’dan Çanakkale’ye
gitmek için izin koparmaya karar verdiler. Ancak bunu o gün akşama kadar yapmak zorundaydılar,
çünkü Enver Paşa
da o gece Çanakkale gidecekti. Bu sıradan bir teftiş değildi. Çanakkale de
işler
kızışmak
üzereydi. Schreiner anılarında şöyle
yazıyor: “Müttefikler Seddül Bahir ve Kum Kale’yi bombaladılar. Bunu öğleden sonra alman
deniz üssünden doğruladım.
Ayın yirmisinde oldu. Müttefikler kuvvetlerini de çoğaltmaya başladılar.
Almanların söylediğine
göre İngiliz’lerin
elindeki en büyük savaş
gemisi olan Queen Elizabeth yola çıkmış bile. Müttefiklerin donanması çok
geniş.
Sekiz İngiliz
ve altı Fransız savaş
gemisi, çok sayıda kruvazör, torpidolar ve torpido savar gemiler ve bunlara
ilaveten mayın arayıcılar, denizaltılar, yüzer hastaneler, destek gemileri...”
İki
gazeteci Enver Paşa’yı
o gün görebilmek için iki alman albayıyla buluştular. Bunlar Enver Paşa’nın yanına
gidiyorlardı. Schreiner ve arkadaşı, albay Von Bronsart ve albay Jansen’in
peşine
takılarak Enver Paşa’ya
ulaşmayı
başardılar.
Enver Paşa
alman subaylarla ayaküstü samimi bir sohbete daldı. Muhabirler beş alt adım geride
bekliyorlardı. Bir ara Enver Paşa’nın
gözü onlara takıldı, almanlara onların kim olduğunu sordu. Bunun üzerine iki
gazeteci ileri atılarak kendilerini tanıttılar ve hemen bir röportaja başladılar. Düşman donanmasının
ilerleme şansının
ne olduğunu
sordular. Enver paşa
şu
cevabı verdi: “İlerleyebilirler
ama bu kolay olmayacak. Savaş,
hakkında kehanette bulunulamayacak bir şeydir. Olacakları önceden kestirmek
zor. Ancak şu
kadarını söyleyebilirim: Biz Türkler Çanakkale’yi gerekirse son adamımıza kadar
savunacağız.
Zor bir iş
olduğunun
farkındayız, kaynaklarımızın tükeneceğini ve kayıplarımızın ağır olacağını biliyoruz. Ama
şimdiye
kadar asla kaybetmedik ve bu kez de kaybetmeyeceğiz”. Bu kısa görüşmeden sonra iki
arkadaş
Çanakkale cephesine gitmek istediklerini Paşa’ya söylediler ve izin istediler. Enver
Paşa
şöyle
dedi: “Pekâlâ. Gidebilirsiniz. Gerekli talimatı vereceğim. Ancak savaşın ne olduğunu umarım
biliyorsunuz. Biliyorsanız askeri
kanunların da ne olduğunu
bilirsiniz. Çanakkale’ye gidebilir ve istediğiniz her yeri görebilirsiniz. Ama Osmanlı
askeri kanunlarına uymayı kabul etmeniz şartıyla.. Cephedeyken kanunlara
uymayan bir davranışınız
görülürse, kesinlikle buradaki elçiliğinizden yardım istemeyeceksiniz.
Bombardıman altında kalsanız bile. Bunu kabul ediyorsanız size istediğiniz yere
gitmenize izin veren bir belge vereceğim”. Schreiner ve arkadaşı Swing, Enver Paşa’nın bu şartını kabul
ettiler. İki
gazeteciye Çanakkale yolu açılmıştı.
Schreiner
ve Swing, 26 Şubatta Sadrazam
Sait Halim Paşa
ile görüştüler.
Schreiner bu röportaj için “tam bir başarı oldu” diyor. Schreiner
anılarında şunları
yazıyor: “Sadrazam son derece hoş bir insandı. Sorularımız çok güzel
seçilmişti,
ekselanslarının bize sunduğu
kahve ve sigaralar da enfesti. Prens Sait Halim Paşa “Demek benimle
röportaj yapmak istiyorsunuz, ne öğrenmek istiyorsunuz, istediğinizi sorun
baylar, cevap vermekten zevk duyacağım” diye söze başladı. Sonra şöyle devam etti:
“Avrupa basınının ve hükümetlerinin, savaşa Almanlara yardım amacıyla girdiğimizi söylemeleri
çok saçma. Andlaşma
hükümetlerinin Osmanlı’nın özerkliği konusunda otuz yıllık bir garanti
verdikleri biliniyor. Bu demektir ki biz savaşın dışında kalsaydık,
Avrupa ülkeleri bu süre içinde bizim topraklarımıza dokunmayacaklardı. Ama
günümüzde garantilerin o kadar az kıymeti var ki! Türkiye’ye çok garanti
verildi şimdiye
kadar. Artık garanti filan istemiyoruz. Bu savaş bitene kadar garantilere
güvenim yok. Hem garanti ne demek? Birilerinin sizi korumaya hakkı olduğunu kabul
ediyorsunuz demek. Bir şey
yapmak istediğinizde,
başka
bir hükümetten izin isteyeceksiniz yani. Başkalarınca korunan bir Türkiye, bağımlı bir Türkiye
anlamına gelir. Biz, bağımsız
olmamız, eskisinden daha bağımsız
olmamız gerektiğine
inanıyoruz”.
Kısa
sürede Harbiye Nezareti gerekli belgeleri hazırladı. İki gazeteci
Çanakkale’ye gideceklerdi. Swing hayatında hiç cephede bulunmamıştı. O İstanbul’da sadece
politik durumu gözlemlemek için bulunuyordu. Schreiner ise onbeş yıldır çeşitli cephelerde
savaş
muhabirliği
yapmaktaydı. İki
arkadaş
Peyk-i Şevket
destroyerine
binerek Sarayburnu’ndan Çanakkale’ye doğru yola çıktılar. 27 Şubatta hareket
eden destroyer, 1 Mart’ta Çanakkale’ye ulaştı. Georges Schreiner şunları yazıyor:
“Çanakkale küçük, hoş
bir yer. Evlerin çoğu
iki katlı, üst katlar genellikle ahşap. Bombardıman başladığında bu, işe yarayacak.
Kasabanın gerisinde bahçeler, tarlalar, üzüm bağları dikkati çekiyor. Yaz
aylarında buraları çok güzel olmalı. Çanak çömlek yapımına ek olarak halk
burada tarım, ticaret ve ipekçilikle geçiniyor. Hali vakti yerinde olanlar başka yörelere göçmüşler. Bıraktıkları
evleri boş.
Bunlar Türk ve Alman subaylar tarafından sahil savunmasında karakol olarak
kullanılıyor. Fakirler hala kasabadalar ve bir bombardıman sırasında ne kadarının
öleceğini
kestirmek zor. Kasabanın güneyinde iki sahil bataryası yer alıyor, bunlar
Çemenlik ve Anadolu Hamidiye kalesi adını taşıyor. Türklerin teçhizatının beni
etkilediğini
söyleyemem. Silahları sınıf dışı
kalmış
ve top ateşini
etkili kılacak günümüz yeniliklerinden çoğu görülmüyor.. Nişangâhlar çok
fakir, bataryalardaki ve daha ileri
noktalardaki elektronik iletişim
sistemi bombardımana açık. Türkler ve Almanlar en fazla 14 bin metreye
hedeflenen silahlarla, en az 18 bin metreyi hedef alabilen gemileri nasıl
uzakta tutabilecekler anlamış
değilim. Bunu bazı subaylarla da tartıştım ve bana hak
verdiler. Subaylar, arkadaşımın
ve benim muharebe başladığında bataryada
kendileriyle birlikte olabileceğimizi
söylediler. Ama benim daha henüz parça parça olmaya niyetim yoktu. Ben savaş muhabiriydim,
savaşçı
değil.
Gözlem yeri olarak kendime Sultaniye kalesini seçtim. Buradan manzara
harikaydı.”
Türk
askerinin teçhizatının ne denli eski ve yetersiz olduğuna tanıklık eden
Georges Schreiner, türlü zorluklara ve meşakkate rağmen düşmana karşı göğsünü siper eden
Mehmetçiğin
kahramanlığını
anılarında günlük halinde yazıyor. 17 Mart ve savaşın en şiddetli olduğu ve İngiliz ve
Fransızların büyük kayıp verdikleri 18 Mart 1915’te ise, belli ki savaşın şiddetinden, Georges
Schreiner günlüğünü
yazamamış.
16 Mart tarihli günlüğünü
19 Mart tarihli olan izliyor. Buradaki satırlarına ise şu ilginç cümleyle
başlıyor:
“Tanrılar ve küçük balıklar! Hala hayattayım ve ayaklarımım yere değmesinden çok
mutluyum. Oysa dün ayaklarım daha ziyade havadaydı. 18 Mart bundan sonra benimle Swing ve arkadaşım Fuat için bir
doğum
günü olacak. İngilizler
dün Fransızları da yanlarına alarak geldiler. Büyük bir gün olacaktı. Bundan
emindiler. Saat 11 de Erenköy körfezinde saf tuttuklarında 19 savaş gemisi, otuz
kruvazör, ayrıca destroyerler, torpidolar, mayın temizleyiciler gözümüzün
önündeydi. Ama Müttefik donanmasının gelişi ve gidişi arasında geçen
bu bir gün, Dante’nin bile tüylerini ürpertecek şekilde geçti. Dünü gördükten
sonra ‘cehennem’, artık buradakilerden kimseyi korkutamaz”. Schreiner sonraki
sayfalarda 18 Mart gününü ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. İngiliz savaş gemisi Queen Elisabeth’i
gören arkadaşının
“Herşey
bitti. Türkler elbette buna karşı
koyamazlar” dediğini
belirten Schreiner, akşama
doğru
Bouvet, Irresistible ve Ocean gemilerinin boğazın serin sularına gömüldüğünü yazıyor.
Tarihî bir güne tanıklık eden ve bunu ayrıntılarıyla kaleme alan Schreiner’in
Çanakkale ve Gelibolu izlenimleri oldukça geniş bir yer tutuyor. Biz kısaca değindik.
İki
gazeteci 4 Nisan 1915’te İstanbul’a
döndüler. Çanakkale’den geçtikleri haberlerle birden üne kavuşmuşlardı. Herkes
onlardan bilgi almak istiyordu. Onlar ise Sultan V. Mehmet Reşat’la görüşmek istiyorlardı.
7 Nisan’da huzura kabul edildiler. Yirmi iki dakika süren bu kabul oldukça uzun
bir süreydi. Hiç bir elçi, padişahla
15 dakikadan fazla konuşmamıştı. Sultan
Çanakkale’de olanları merak ediyordu. Sahildeki bataryaların kaybının ne oranda
olduğunu
sordu. Buradaki zayiatın az olduğunu öğrenince şaşırdı. Çanakkale
halkının ne durumda olduğunu
soran Mehmet Reşat,
bombardıman sırasında subayların ve halkın elinden gelenin fazlasını yaptığını öğrenince şöyle dedi:
“Ellerine sağlık.
İyi
yapmışlar.
Bunun için Allaha şükrederim.
Halkıma da şükran
borçluyum. Osmanlı ruhu henüz ölmedi. Halkım çok uzun süredir savaş içinde. Çok yara
aldı. Fakat uzun süren bir barış
pek yakında gelecek ve Osmanlı milleti tekrar ayağa kalkacak”. Padişah 18 Mart’ta
cephede olan gezginimize ‘korkmadınız mı’ diye sordu. Swing çok korktuğunu, ihtiyar bir
Türk’ün babacan bir tavırla sırtına vurarak kendisine ‘yok efendim, yok,
korkma! Kısmet!’ dediğini
padişaha
anlattı. Mehmet Reşat
batırılan Bouvet, Irresistible ve Ocean gemileri hakkında daha fazla bilgi
edinmek istedi. Düşmanın
kaybettiği
askerlere de acıyan padişah,
gazetecilere son olarak şunları
söyledi: “Onca genç adamın kaybedilmesi çok acı. Bu kanlı savaşa, insanların
yetim ve dul kalmasına ne gerek vardı ? Ama Allah şahidim, bunu ben
hiç istemedim. Halkım da istemedi, eminim. Fakat bu şartlar altında
cesurca savaşmaktan
başka
bize ne kaldı? Ordumun yaptığı
da bu ve yapmaya devam edecek”.
Schreiner’in
İstanbul’la
ilgili diğer
anılarını da içeren ama özellikle Çanakkale muharebeleri için birinci elden
kaynak olan “Berlin’den Bağdat’a“
adlı kitabının mutlaka Türkçeye çevrilmesi gerektiğini düşünüyorum.
BİR AMERİKALI SAVAŞ MUHABİRİNİN ÇANAKKALE İZLENİMLERİ
Mart 2008 - Yıl 97 - Sayı 247