Televizyonda “Hatırla Sevgilim”
adlı bir dizi yayınlanmaktadır. Memleketimizde yakın dönemde cereyan eden
ihtilâl ve darbeler, anarşik olaylar,
bir aşk hikâyesine bağlı olarak anlatılmaktadır. Özellikle, cereyan
etiği dönemde sağ-sol olayları olarak anılan ve Türkiye’yi bir Sovyet
cumhuriyeti yapma gayreti ve örtülü bir Kızıl Ordu istilâsına karşı milliyetçilerin verdiği meşru müdafaa
kavgası tamamen farklı bir şekilde
ortaya konmaktadır. O dönemde kavganın sol tarafında bulunanlar, bugün
basın-yayın organlarında etkili oldukları ve milliyetçiler de hafızalarını
büyük ölçüde kaybettikleri için olayların tek taraflı yorumu, Marksistlerin
yorumu; neredeyse tek doğru olarak
kamuoyuna sunulmaktadır.
Bu durum beni bazı hususları
açıklamaya teşvik etmiştir. Aşağıda l970 yılının Kasım ayında Cumhurbaşkanı Muhterem Cevdet Sunay’a yazdığım bir mektup var. Bu mektubun hikâyesi şöyledir:
Erkek Teknik Yüksek Öğretmen
Okulu’nda Dursun Önkuzu, solcular tarafından ciğerleri
bisiklet pompası ile patlatılarak öldürülmüş ve sonra
cesedi 3. kat penceresinden dışarı, beton
zemin üzerine atılmıştır. Polis
katilleri kovalayıp yakalamak yerine Türk Ocağı binasını
basmış, burada bulunan öğrencileri toplayıp emniyete götürmüştür. Türk Ocağına
böylece el konulmuştur. Ocaklılar,
binaya sokulmamıştır. Ben o
tarihte Ankara Ocağı Başkanıydım. Şube
evraklarımızın tamamını bile zorla alabilmiştik. O
tarihte Ocaklılardan alınan bina hâlâ iade edilmemiştir.
Ocak binasının hikâyesini bir başka yazıya bırakarak, mektubun ortaya çıkışını anlatalım. Rahmetli Dündar Taşer’in yardımıyla Cumhurbaşkanı’ndan randevu temin edildi ve yine onun
talimatıyla bir rapor hazırladım. Oluşturulan
heyette, benim gibi Tıp Fakültesinde asistan olan Ferhan Özmen vardı. Ayrıca,
randevu gününden iki akşam evvel
televizyon programına üç gençlik lideri –Ülkü Ocakları Başkanı Ramiz Ongun, Fikir Kulüpleri Federasyonu
Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve Sosyal Demokrasi Dernekleri Başkanı Semih Eryıldız- katılmıştı. Dündar Bey tepki ve düşüncelerini anlamak bakımından heyete Ramiz
Ongun’un da dahil edilmesini istemişti. Böylece
meydana getirilen heyetle Köşk’e çıktık.
Rapor’u okuduk. İfadeler
Sayın Cumhurbaşkanına sert
geldi ve verdiğimiz bazı
bilgilere hayret etti. Başyaverini çağırarak Önkuzu olayının, zamanın Emniyet Genel Müdürü
Ömer Naci Bozkurt’tan sorulmasını istedi. Başyaver,
bizim ne anlattığımızı
bilmediği halde, bizi teyit eden
bilgileri aktardı. Onun üzerine, beni işaret
ederek, “Bu genci yarın tekrar getirin” dedi. Bana dönerek de “Bu yazı, hükümet
hakkında çok ağır. Ben
bunu hükümete vereceğim. O zaman
iyi olmaz. Biraz yumuşatın.”dedi.
Başyaver, bilgileri tahkik için ayrıldığı sırada
Ramiz’e döndü. “Televizyondaki genç sen miydin? Aferin, Türk genci senin gibi
olur. Neydi ötekilerin kılık-kıyafetleri, sözleri, üslûpları?“ dedi. Böylece
Dündar Beyin merakı giderilmişti. Hatta
daha sonra sorulan bir soru üzerine ülkücü gençler için “Onlar vatanperver
gençlerdir” diyerek Cumhurbaşkanı alenen
takdirlerini ifade etmiştir.
Ertesi gün tayin edilen zamanda
Harp Tarihi binasının önünden Köşk’e ait bir araç beni alıp
Çankaya’ya getirdi ve bir odaya oturttu. Ben Huzur’a kabul edilmeyi beklerken
içeri devrin İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu girdi ve
hemen bağırarak “Sayın Cumhurbaşkanını yanıltmışsınız.” Diye ithama başladı, daha doğrusu
makamına ve gövdesine uygun olarak azarlamaya başladı.
Ben bağırmamasını, yüksek sesle
konuşmakla haklı olunamayacağını ifade
ederek, bir gün önce Sayın Cumhurbaşkanına
anlattıklarımı tekrar ettim ve bunun neresinin yalan ve yanlış olduğunu sordum.
“Ama dedi, merhumun cesedinin polis tarafından oradan kaldırıldığını söylememişsin.”
Bende,”Onu taksi şoförü de
yapardı, ben polislerin insan olmadığını
söylemedim ki.” dedim. Görüşme benim
anlattıklarımı onun da kabul etmesiyle sona erdi.
Ben Cumhurbaşkanının huzura
kabul edeceğini düşünerek beklerken, Köşk’e getiren yaver geldi ve beni dışarı çıkardı, arabaya bindirdi ve aldıkları yere
bıraktılar. Bu görüşmeden bir şey anlamadan doğru
Dündar Bey’in yanına gittim ve şaşkınlığımı
anlattım. Dedi ki; “Sizi yüzleştirdi ve
kendisi gizli mikrofondan dinledi. Artık Demirel hapı yuttu. Cumhurbaşkanı artık ona inanmaz. Çünkü senin anlattıklarından
sonra, daha evvel kendisine yalan söylendiğini gördü”.
Gerçekten öyle oldu ve Demirel. Daha sonra Cüneyt Arcayürek’e o günleri
anlatırken Cumhurbaşkanının
telefonlarına dahi çıkmadığını söyledi
ve 12 Mart l971 böyle gelindi.
AZİZ
CUMHURBAŞKANIM;
Uzun zamandan beri büyük şehirlerimizde gençlik, iş çevrelerimizde işçi, köylerimizde köylü olayları veya haşhaş,
fındık, tütün mitingleri ve toprak işgalleri
olarak gösterilmeye çalışılan ve bir
kamuflaj altında cereyan eden hâdiselerin vatanımızın bütünlüğünü bozucu, milletimizin istikbâline ve
devletimizin bekâsına kastedici mâhiyette olduğu
mâlum-u âlinizdir. Fakat esasında bu kadar tehlikeli maksatlara mâtuf kolan
mezkûr hareketlerin bir takım basın ve bir takım aydınlarca ciddi olarak değerlendirilmediği
ve basit sağ-sol fikir
ihtilâfından doğan olaylar,
işçi-patron anlaşmazlığından meydana gelen hâdiseler olarak
gösterilmeye ısrarla çalışıldığı da dikkatinizden kaçmamıştır. Bir takım basının ve bir takım aydınların
bu tavrı, muayyen bir hedefe varmak ve bâzı menfaatler sağlamak için anarşistlerle
işbirliğini
göstermektedir. Biz bu çevrelerin, yâni basın ve birtakım aydınların davranışlarını sorumsuzluklarına veriyoruz. Yalnız,
memleketimizde asayişin sağlanmasıyla, devletimizin bekâsının, vatanımızın
bütünlüğünün
korunmasıyla görevli hükümet ve devlet yetkililerinin acz içinde bulunuşu, efkâr-ı umumiyede anarşinin iktidar tarafından teşvik ve himâye edildiği kanaatinin doğmasına
sebep olmakta, bu durum ise devlet ve hükümet otoritesinin sarsılmasına, vatandaşta devlet gücünün zayıfladığı intibaının yerleşmesine yardım etmektedir. Anarşistlerin istediği
de bu duygunun vatandaşa hâkim
olmasıdır.
Sizin çeşitli
vesilelerle yaptığınız
uyarıcı beyanlarınızın, özellikle,
siyasî iktidar çevrelerinde hiçbir tesir meydana getirmemesi hazindir.
Olayları dikkatle takibimiz neticesinde vardığımız
sonuç şudur:
Komünistler ve Kürtçüler kendilerine dış çevrelerden, Moskova’dan, Pekin’den ve
Barzani’den verilen emirleri harfiyen yerine getirmektedirler. Bu onların
“vatana ihânet” görevlerinin icabıdır. Fakat mevcut iktidarın ciddî tedbirlere
başvurmaması
anarşistlerin işlerini kolaylaştırmaktadır.
Hele milliyetçi gençlerle komünist-Kürtçüleri ayni şekilde zararlı sayan beyanların iktidar yetkililerince
sık sık tekrarı da anarşistleri
himâye mânâsı taşımaktadır.
Böylece iktidar ile komünist-Kürtçülerin devletimizi yıkmak, vatanımızı
parçalamak için elbirliği hâlinde
olduğu gibi bir
kanaat vatandaşlarımızda
yerleşmeye başlamıştır
ki bunun bazı menfî neticeleri olacağı
tabiidir.
Aziz Cumhurbaşkanımız;
Vatandaşlarımızda
ve genç arkadaşlarımızda
beliren bu kanaatleri doğrulayan birçok
sebep mevcuttur. Buna rağmen sadece
son günlerde cereyan eden bir kaç olayı zikretmekle yetineceğiz:
1-Siyasal Bilgiler Cinayeti. Malûmunuz
olduğu üzere
Mayıs ayında Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulunda bir öğrenci ölü bulunmuştu. Cinayet anarşist-komünistler
tarafından milliyetçi gençler üzerine atılmıştı.
Hattâ tahkikat için gelen Cumhuriyet Savcı Yardımcısının görevine mâni olunmuş, Emniyet 1. Şube
Müdürü dövülmüştü. Bu
cinayet üzerine Üniversitenin bazı öğretim
üyeleri de olmak üzere bütün anarşist-komünist-Kürtçü
çevreler Devlet otoritesini yıpratmak için her türlü gayreti göstermişler, iktidarın katil olduğunu iddia ederek hükümetin istifasını istemişlerdi. Öte yandan polis gerçek katili bir hafta
içinde tespit ettiği halde, İçişleri
Bakanının yakalanması için emir vermemesi üzerine katil rahatlıkla aramızda dolaşmış,
hattâ Ürdün’e giderek El-Fetih’te bilgi ve görgüsünü arttırmıştır. Katil hâlen ODTÜ’de saklanmaktadır. İçişleri
Bakanı, bu tavrıyla hem milliyetçi gençlerin cinayet töhmeti altında
tutulmasına, hem de devlet otoritesinin sarsılmasına sebep olmuştur. Aynı zamanda bir komünist katil himâye
edilmiştir. Bunun
sebebi tarafımızdan bir türlü izah edilememektedir.**
2. Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu Cinayeti. Birkaç gün önce Erkek
Teknik Yüksek Öğretmen
Okulunda “işkence tekniği”kitabından okunarak çeşitli işkence
aletleriyle bir milliyetçi gence işkence
yapılmış ve
öldürüldükten sonra da üçüncü kat penceresinden beton zemine atılmıştır. Hiçbir kimsenin her ne surette olursa
olsun bir okul arkadaşına bu şekilde işkence
yapamayacağı tabiidir.
Fakat komünist-Kürtçüler polisin gözü önünde bu cinayeti işleyebilmişlerdir.
Erkek Teknik Yüksek Öğretmen okulunda böyle bir cinayetin işlenebileceğini
yetkililere defalarca arz ettik. Okulun anarşistlerin
işgalinde bulunduğunu,
hattâ bir çok öğretim
üyelerinin de tehdit edildiğini, 19 öğretim üyesinin korkudan hiç okula gelemediğini, yönetim kurulunun istifa ettiğini, bu sebeple hiçbir tedbirin okul idaresince
alınmasına imkân bulunmadığını
belirttik. Okulda Anayasa’nın sağladığı hakların kullanılabilmesi için gerekli
ortamın yaratılmasını istedik. Hiçbir yetkili bu isteğimize karşılık
vermedi. Erkek Teknik Yüksek Öğretmen
Okulu muhtar bir kuruluş olmadığından Emniyet Kuvvetlerinin rahatlıkla
müdahalede bulunabileceği bir
yerdi. Fakat polis hep dışarıda bekledi.
Cinayetin işlendiği gün de polis dışarıda bekletildi. İçerde komünist-Kürtçüler milliyetçi gence işkence
ederek öldürdüler.
İktidar
ise katili hemen bulup çıkarması gerekirken yeni tertiple Türk Ocağı’nı basarak dikkatlerin komünistlerin
üzerinden milliyetçilere çekilmesini sağlamaya
çalıştı.
Öldürülen arkadaşımızın
cenazesine karşı Dahiliye
Bakanının emriyle polisin takındığı
tavır ibret vericidir. Cenaze çocuğun
babasından dahi kaçırılmıştır. Polis
âdeta, cenaze hırsızlığı yapmıştır. İktidarın
bu işgüzarlığının mânasını izah etmek biraz güç olmaktadır.
Ayrıca katiller de yakalanmamıştır. Gazi Eğitim Enstitüsünde saklanmaktadır.
3. Fen Fakültesi 5 Aralık 1969’dan bu
yana komünistlerin işgali altındadır. Fakülteden İktisadi Ticari İlimler
Akademisine hem Cumartesi günü, hem de Pazartesi günü ateş açılmıştır.
Pazartesi günü dinamit atılmış, peşinden sten tabanca ile Akademinin alt katı
taranmıştır. Bu
arada, Akademi Reis Vekilinin odasının camları da kırılmıştır. Fen Fakültesine solcu olmayan kız öğrenciler dahi sokulmamaktadır. Fakülte Dekanı birkaç
defa polisi telefonla çağırmıştır. Fakat polis, solcuların bulunduğu Fen Fakültesine girmek yerine Akademiyi basmıştır.
4. Solcuların işgali altında bulunan yurtlarda, meselâ Yıldırım
Beyazıt Yurdunda öğrencilerden
“savunma vergisi” adıyla ayda beş lira
alınmaktadır. Bu paralarla alınan silahlar yine öğrencilere karşı
kullanılmaktadır. Solcuların elinde bulunan yurtlar birer eşkıya ve katil barınağı haline gelmiştir.
Yıldırım Beyazıt Yurdu Kürtçü-Komünistlerin elindedir. Bu noktaya hassaten
dikkatinizi çekeriz.
Aziz Cumhurbaşkanımız;
Bizim, yani milliyetçi gençlerin,
vatanımızın bütünlüğünün
korunması, devletimizin bekâsının devamı ve milletimizin hür ve müstakil yaşaması yegane ülkümüzdür. Buna yönelen davranışları da en büyük tehlike olarak görmekteyiz.
Kısaca biz, devlet ve hükümet yetkililerinin taşıması
gereken sorumluluğu taşımaktayız. Komünist-Kürtçülerin bize düşmanlığı
da buradan gelmektedir. İktidarın bu
basit gerçeği idrak
edememesi hazindir. Binaenaleyh, sizden başka
hiçbir yetkilinin memleketimizin durumunu ve bizim endişemizi anlayamayacağını ve hele mevcut siyasî iktidarın bu zararlı
fikir cereyanlarına karşı hiçbir
tedbir alamayacağını, hattâ
almayacağını bildiğimizden size devletimizin bekâsı, vatanımızın
bütünlüğünün
korunması için gerekli tedbirlerin alınmasına bizzat riyaset etmeniz için başvuruyor ve mevcut iktidarı şikayet ediyoruz.
Hürmetlerimizin kabulünü istirham
ederiz. 9.11.1970
*Dr. Türk Ocakları İstanbul Şube Başkanı
**Bu olay
Hasan CEMAL’in “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” kitabındaki itirafına kadar,
ülkücü gençlerin itham edildiği faili
meçhul olarak kaldı.
HATIRALARDA KALMASIN DİYE
Şubat 2008 - Yıl 97 - Sayı 246