Türk Ocakları ve Harf İnkılabı

Şubat 2011 - Yıl 100 - Sayı 282

                    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerini laik düzen içinde eğitim ve kültür üzerine oluşturma hedefinde olan Mustafa Kemal ve arkadaşları, bu hedeflerini gerçekleştirmek için Harf İnkılâbı üzerinde hassasiyetle durmuşlardır. Türk halkı da yeni Türk alfabesinin benimsenmesi konusunda 1922 yılı sonlarından itibaren hayata geçirilen pek çok yenilikte olduğu gibi meseleye sahiplenerek, Türk çağdaşlaşma hareketinin başarıya ulaşmasında önemli katkı sağlamıştır. Harf İnkılabı’nın pratikte toplumsal tabana yerleştirilmesi konusunda literatürde fazlaca yer almamasına rağmen Muallimler Birliği, Ordu, Himaye-i Etfal Cemiyeti yanında yaklaşık 200 şubesi, donanımlı üyeleri ve örgütlü yapısıyla Türk Ocaklarının rolü unutulmamalıdır. Bu yazı, Harf İnkılabı’na Türk Ocaklarının bakışını, çalışmaları ve faaliyetlerini konu edinirken, bu alandaki öncü olma görevini ne derecede gerçekleştirebildiğini değerlendirecektir. 

         

         

                    Türk Ocaklarının İnkılapçılık Anlayışı

         

         

        Türk Ocakları Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli din ve milliyetlerden meydana gelen kozmopolit yapısı içinde bir tepki ve kendini bulma akımı olarak şekillenen Türk milliyetçiliğinin gelişerek teşkilatlanması ile 1912 yılında kurulmuş bir cemiyettir.[1] 1912-1931 yılları arasında faaliyet gösteren Türk Ocakları, imparatorluktan Cumhuriyet’e, ulus devlete geçişte önemli bir rol oynamıştır.  Türk Ocağı tarafından savunulan hars milliyetçiliği bir ulusa bağlı olmanın temel ölçütü olarak aynı dil ve kültür grubundan olmayı kabul ederken, özellikle I. Dünya Savaşı içinde Turancılık politikasına kayan İttihat ve Terakkinin amaçları dolaylı bir biçimde hizmet etmiştir. 1913’den sonra İttihat ve Terakkinin tüm dernekleri denetimi altına alma isteğinin sonucu Türk Ocağı yönetim kadrolarının bir bölümü parti üyelerinden oluşurken, 1918 kongresinde ocağın faaliyet alanının sınırları konusunda çıkan tartışmalar Turancılığın kültürel düzeyde de olsa desteklenmesine yol açmıştır. Bununla beraber Türk Ocağı, bazı kurucularını çabaları sonucu İttihat ve Terakki Fırkasının bütünüyle denetimi altına girmeyerek özerkliğini korumayı başarmış ve önemli sosyal kültürel çalışmalara imza atmıştır. İşgal döneminde 1918-1922 faaliyetlerine ara veren Türk Ocakları, Cumhuriyet döneminde yeniden örgütlenirken özellikle milliyetçiliğin dönemin tek partisi olan CHF’nin ilkeleri arasında yer alması özellikle devlet-hükümet özdeşliğinin bulunduğu bir dönemde Türk Ocaklarının siyasal ve ideolojik amaçlara uygun faaliyetlerde bulunmasına zemin hazırlamıştır. Kemalist devrimlerin kitlelere benimsetilmesi, çağdaşlaşmacı temaların vurgulanması sürecinde Türk Ocakları önemli bir işleve sahip olmuştur.[2]

         

        Türk Ocağı kurulduğunda, bir tür öncü güç, belli bir toplumsal yenilik kaynağıydı. Örneğin Türk kadınına halka açık kültürel etkinliklere katılma şansı vererek, tiyatro temsillerinde yer almasını sağlayarak vb. onun özgürleşmesinde tartışılmaz bir rol oynadı. Ancak Kemalist devrimle her şey değişti; toplumsal değişimin kaynağı devlet oldu. Türk toplumunun büyük reformlarına devletin başındakiler karar veriyordu. Medenî Kanun’un kabulü, laiklik, kıyafet reformu, alfabenin değiştirilmesi… Siyasî yöneticilerin bu girişimleri karşısında Türk Ocakları nasıl bir tavır alacaktı? Her şeyden önce Türk Ocaklarının Kemalist devrimin büyük ilkelerine tamamen katıldığını belirtmek gerekir.[3] 

         

        Türk Ocakları, Cumhuriyet döneminde Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde gerçekleştirilen inkılaplara büyük bir aşkla bağlanmışlar ve bunları halka benimsetmek için çırpınmışlardır. Ziya Gökalp’in laikliği benimsemesine rağmen, İslâm’ın sembolü olarak Halifeliğin muhafazası ve Türklerle diğer Müslüman toplumlar arasındaki bağlardan en önemlisi saydığı eski yazının korunması,[4] Hamdullah Suphi Tanrıöver’in tarihî bağlarımızı koparacağı endişesi ile türbelerin kapatılmasına karşı çıkması,[5] Yusuf Akçura’nın medreselerin kapatılmasına kadar varacak radikal inkılaplara taraftar olmaması dışında[6]  Ocaklılar inkılaplar aleyhinde söz söylememiştir. Cumhuriyet döneminde Türk Ocaklarının, “İnkılapların bekçiliği”nin yanı sıra, en belirgin vasıflarından biri de inkılaplara sahip çıkan, halka benimsetilmesine çalışan özel bir müessese görünümünde olmasıdır. Bu yolda faaliyetlerde bulunmaları konusunda başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Cumhuriyet önderleri tarafından da yönlendirilen Ocaklar, rejime ve inkılaplara verdikleri desteğe paralel olarak yönetim tarafından teşvik ve maddi yardım görmüşlerdir. Nitekim Ocaklar yapılan inkılapları coşku ile karşılamakla kalmamışlar inkılapları halka yaymak ve benimsetmek yolunda önemli bir görevi de üstlenmişlerdir.[7] 1924, 1926, 1927 ve 1928 yıllarında yayınlanan Türk Ocakları kurultay zabıtları bunun en güzel örnekleridir. Hamdullah Suphi 1924 yılında toplanan Türk Ocakları Umumi Kongresinin açılışında yaptığı konuşmada, Ocakların inkılapçılık anlayışını ve bu konuda Ocaklılara düşen görevleri şöyle anlatmaktadır:

         

        “Türk Ocakları üzerlerine diğer kutsi bir vazife daha almışlardır. Türk Ocakları inkılabımızın bekçisidirler… Bilakayt ve şart millet hâkimiyeti, Türk milletinin benimsediği bir hayat ve istikbal düsturu olmuştur. Fırka siyaseti yapmayan ve yapmayacak olan Türk Ocağı kurulduğu günden beri sadık kaldığı millet ve milliyet siyasetine ve onun yeni bir ifadesi olan millet hâkimiyetine sadık kalacak ve vatanın her köşesinde onun bekçiliğini ifa edecektir”.[8] 

         

        Aynı kurultayda Ocak yasasının 3. maddesi görüşülürken inkılap felsefesine aykırı hareket edebilecek kişi ve kuruluşlara karşı ocak ve ocaklıların düşmanca tavır alacağı, ocağın millî siyasetini benimseyen partilere dost olacağı ifade edilmiştir.[9]

         

        1924 kurultayında olduğu gibi daha sonraları toplanan kurultaylarda da inkılapçılık ilkesi üzerinde titizlikle durulmuş, inkılapların halka benimsetilmesi ve tehlikelerden korunması için neler yapılması gerektiği tartışılmıştır.

         

        1926 yılında toplanan Türk Ocakları 3. Kurultayında ocak yasasının 9. maddesi (ocağa üye kabulü şartları) görüşülürken söz alan Adana delegesi Ferit Celal (Güven), inkılap tarafından yıkılan mütegallibenin, softa zümresinin, eşrafın ocağa girmek istediklerini, buna izin verilmemesini söylemiştir.[10] 3. kurultayda ocağın faaliyet ve mesai programı görüşülürken söz alan Ayaş delegesi Hüseyin Enver (Sarp) seri giden inkılapların halk tarafından yeterince anlaşılıp benimsenemediğini, inkılapları halka anlatmak ve benimsenmesine yardımcı olmak için Türk Ocaklarının çok çalışması gerektiğini vurgulamıştır.[11]

         

        4. kurultayda söz alan İzmir delegesi Mithat Bey, Ocakların inkılapları ve memleketin her şeyini korumakla görevli olduklarını söyler.[12] Daha Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Ocakların inkılap düşmanları ile sistemli bir mücadeleye giriştikleri görülmektedir. Samsun Türk Ocağı faaliyetlerinden söz eden bir yazıda Ocağın, her ocaklıyı, her gün, her gittiği yerde, temas ettiği herkese inkılabı, Cumhuriyet’i ve Ocağı propaganda etmekle görevlendirdiği, Ocaklıların temas ettikleri kimselerde inkılaba, Ocak gayelerine karşı gördükleri her hareket ve fikirden ocağı haberdar etmeye mecbur tutuldukları, ocaklılardan bu faaliyetlerle ilgili haftalık gözlem raporları istenildiği belirtilmektedir.[13] Yazıdan da anlaşılacağı gibi ocaklar inkılaplarla bütünleşmiştir. Bu bütünleşme teoride kalmamış, faaliyetlere yansımıştır.

         

        Ocakların inkılapçı karakteri ve inkılapların halka benimsetilmesi için yaptıkları çalışmalar, Ocak müfettişleri ve yurt gezisine çıkan devlet büyüklerinin Ocaklarda gördükleri izlenimleri anlatan demeçlerinde sıkça ifade edilmiştir.[14] Türk Ocağı Reisi Fevzi Bey, Gazi tarafından gösterilen yolda yürüdüklerini belirtir.[15] Karaman Ocaklıları İnkılap yolunda sarsılmayan kararlılıkla ve hızlı adımlarla yürüyeceklerine and içerler.[16] Gelibolu Türk Ocağı, inkılabın gerektirdiği bütün şeyleri yaparak halka rehberlik eder. [17] Tosya Türk Ocağı Reisi Vasfi Bey, Ocağın sosyal, ekonomik ve kültürel inkılabın gerçekleştirilmesi için çalışacağını söyler.[18] Ferit Celal (Güven) Adana Türk Ocağının inkılap ve Cumhuriyet’in Türkiye topraklarında yükselmesi için büyük çaba harcadığını vurgular.[19]

         

        Türk Ocaklarının Atatürk tarafından gerçekleştirilen bütün inkılapları benimsedikleri, çalışmalarında bu noktaya önem verdikleri anlaşılmaktadır. Ocaklar kapatıldığı 1931 tarihine kadar çalışmalarını bu anlayış içerisinde sürdürmüşlerdir. [20]

         

         

         

                    Harf İnkılâbı

         

        Cumhuriyet yönetimi 3 Kasım 1928’de en köklü adımlarından birini atmış Arap harfleri yerine Latin temeline dayanan yeni Türk harflerini kabul etmiştir. Şüphesiz Tanzimat’tan beri süren alfabe tartışmaları yaşanan sancılı bir sürecin ardından sona ermiştir.

         

        II. Meşrutiyet sonrasında harf ve imla düzeltmesi tartışmaları sırasında Hüseyin Cahit (Yalçın), Abdullah Cevdet, Celal Nuri (İleri), Kılıçzade Hakkı gibi yazarlar Latin harflerine dayalı yeni bir alfabenin benimsenmesi görüşünü cesaretle ileri sürmüşlerdi. Latin harfleri konusu Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından sonra Şubat 1923’de toplanan İzmir İktisat Kongresinde gündeme bir kez daha gelmiştir. Kongrenin işçi delegelerinden İzmirli Nazmi ve iki arkadaşı tarafından verilen Latin harflerinin kabulüne ilişkin önerge, Kongre Başkanı Kazım (Karabekir) Paşa tarafından okutulmadan reddedilmişti. Kazım Paşa’nın açıklamalarından sonra Latin harfleri hakkında gazete ve dergilerde pek çok neşriyat yapılmıştır.[21] Kılıçzade Hakkı Bey ise İçtihat’ta “İzmir Kongresinde Latin Harfleri” başlığı altında üç yazıyla Kazım Paşa’ya yanıt verdi. Şubat 1924’de İzmir Milletvekili Şükrü (Saraçoğlu) Bey’in TBMM’de “Arap hurufatı Türk lisanını yazmaya müsait değildir” diyerek savunması hem Meclis içinde hem de Meclis dışında özellikle basında yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. 1926 yılında Akşam gazetesinin bu konu hakkında açtığı ankete katılan 16 kişiden Halid Ziya (Uşaklıgil), Ali Canip (Yöntem), İbrahim Alaattin (Gövsa), Necip Asım (Yazıksız), Hüseyin Suat (Yalçın), Avram Galanti gibi yazar ve aydınlar alfabe değişikliğine karşı olduklarını ifade ederlerken, Latin harflerinin kabulüne yalnızca üç kişi Abdullah Cevdet, Mustafa Hamit, Refet Avni olumlu yaklaşmışlardı. Aynı yıl içinde Türk Ocaklarının önemli isimlerinden Fuad (Köprülü), Zeki Velidi (Togan) yazdıkları yazılarla kullanılmakta olan Arap harflerini savunmuşlardır. Öte yandan Hüseyin Cahit (Yalçın), Abdullah Cevdet, Celal Nuri (İleri), Yunus Nadi, Falih Rıfkı (Atay) Latin harflerinin kabulü doğrultusunda yazılar yazmışlardır. Cumhuriyet döneminde, Latin harfleri üzerinde tartışmaları alevlendiren diğer bir etkende 1926 yılında Bakü’de yapılan kongre ile ilgilidir. Türkiye’den Fuad Köprülü ve Hüseyinzade Ali’nin katıldığı Türkoloji Kongresinde Rusya’da yaşayan Türklerin hangi alfabeyi kullanması gerektiği uzun uzun tartışılmıştır.[22] Sonuçta gerek Sovyet Rusya’nın niyeti gerekse Turancı evrelerde duyulan kaygılara rağmen 1927’de Azerbaycan, 1928’de Türkmenistan ve Özbekistan, Latin harflerini resmen kabul ettiler.[23] Rusya’da ki Türk Cumhuriyetleri’nin Latin harflerini kabul etmesiyle Türkçülerde Latin alfabesine direk karşı çıkmaktan vazgeçmişlerdir.[24] Yapılan tüm tartışmaların ardından hükümet, Latin harflerinin alınmasına 1927 yılında karar verdi.[25] Ağustos 1927’de TBMM Başkan Yardımcısı Hasan Bey Latin harflerinin alınmasının uygun olacağını basına açıklar, Yazı devriminden bir yıl kadar önce yüksek düzeyde bir devlet görevlisinin bu açıklaması önemli bir gelişmedir. Cumhuriyet gazetesinde Yunus Nadi, yazı devrimi kampanyasını yeniden açar. Bu yeni kampanya yazı devrimine gidişin son aşamasıdır. Hükümet kampanyası Ekim 1927’de başlar. İsmet Paşa Halk Fırkası Kongresinde yaptığı konuşmada yazı devriminin düşünüldüğünü açıklar. Bu arada Türk Ocağında tartışmalar 1928 yılına kadar sürdü. Hükümetin girişimlerinin ardından kimi üyelerinin tereddütlerine rağmen Türk Ocakları da harekete geçer. Merkez Türk Ocağında ardı ardına pek çok toplantı yapılır. Dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) Türk Ocakları Merkez ve Hars Heyetinin verdiği bir şölende 8 Ocak 1928 günü Latin yazısını savunan bir konuşma yapar. Konuşmasında “Mensubu olmakla yegâne şeref duyduğum ırkımın bir gün güzel dilini Latin harflerle ifade ettiğini hararetle dilediğimi söylemekten men-i nefs edemem” ifadelerini kullanır.[26]  

         

                    Yazı değişikliğine, Türk-İslam birliğini çökerteceği ve bin yıllık kültür varlığından koparacağı endişesi gibi farklı açılardan ortaya koydukları sebeplerle Ayaz İshaki, Halide Edip, Veled Çelebi, Necip Asım, Zeki Velidi,[27] Fuat Köprülü gibi bazı Türkçü aydınlar karşı çıkmışlardır.[28] Buna karşılık özellikle İzmir Türk Ocağı gibi yeniliklere her zaman açık olan şubelerde ise daha 1926 yılında Latin harflerinin alınması gerektiğini savunan yazılar üyeleri tarafından İzmir basınında seslendirilmeye başlanmıştı.[29] İzmir Türk Ocağının aktif üyesi olan Akil Koyuncu, Latin harflerinin kabulünün dilimizin gelişmesi için çok önemli bir araç olacağını savunmuştur.[30] François Georgeon’a göre siyasî iktidar kararını verdiğinde Türk Ocaklarının bunun aksini gerçekleştirmesi mümkün görünmüyordu. Dolayısıyla Ocakların önemli isimleri başlangıçta harf değişikliğine karşı görüş belirtmiş olsalar bile bu daha sonra tam desteğe dönüşmüştür.[31]  

         

        Kimi olumlu girişimlere rağmen Harf değişikliği konusunda hükümet üyeleri ve hatta dönemin başbakanı İsmet (İnönü) Bey’in de kafası hâlâ karışık bulunuyordu. Harf değişikliğinden sekiz ay kadar önce başvekil Ankara Türk Ocağına giderek Ocaktaki büyüklerle birtakım kültür meselelerine dair konuştuğu sırada “Latin harflerini kabul edebilir miyiz ne dersiniz?” diye sormuş. Ocaktakiler İsmet Paşa’ya “bu olamaz, bu değişimin gerçekleşebileceğini farz etsek bile bunun kültürce, siyasetçe türlü mahsurları olacağını” söylemişlerdir. İsmet Paşa yapılan açıklamaları yalnızca dinlemekle yetinmiş hiçbir yorum yapmamıştı.[32] 1928 yılında toplanan Türk Ocakları 5. Kurultayına sunulan Hars Heyeti raporunda, yazı değişikliği konusunda yapılan çalışmalar şöyle anlatılmıştı:

         

        “Hars Encümeninin bilhassa meşgul olduğu işlerden biri de yazı meselesi olmuştur. Latin harflerinin Türkçeye tatbiki hakkındaki ceryana karşı ilmî tetkike lüzum gören encümen, bu tatbikin lehinde ve aleyhinde bulunan mütehassıslara ayrı  ayrı müracaatla kendilerinden tezlerini müdafaa yolunda yazacakları bir eser almayı temin etti. Bunlardan ikisi elde mevcut, diğer biri de alınmak üzeredir. Latin harflerine ait bu üç eser bir arada tetkik edildikten sonra encümen bunlardan çıkarılacak neticeyi en ziyade mütehassıs addettiği azaya tetkik ettirerek bu meseleyi nihai bir şekilde ortaya koyacaktır.”[33]

         

        Bu rapordan anlaşıldığı gibi Türk Ocakları Merkez Heyeti 24 Nisan 1928 tarihine kadar yazı değişikliği lehinde ve aleyhinde kesin bir tavır koyamamıştır. Raporda hars heyetinin yazı meselesi ve Latin harflerinin Türkçeye tatbiki hakkında ilmî tetkikte bulunduğu belirtilmiştir.[34] 1928 yılı Ocak ayı içinde Eski Millî Eğitim Bakanı Türk Ocakları Başkanı Hamdullah Suphi Bey Başkanlığında kurulan bir komisyon yeni alfabe meselesini incelemeye başlamıştır.[35] İzzet Ulvi Bey’de daha Haziran 1928’de kaleme aldığı bir yazıda, “…Birçok Ocaklıların beynelmilel rakamları halka öğretmekte olduğuna dair malumat geldiğini, bir kısım Ocaklıların ise henüz yeni harflerimiz tespit olunmamış iken Latin harflerinin seslerini şimdiden dershanelerinde halka öğretmekle meşgul olduklarını” belirtmekte ve “…Yeni harflerimiz kararlaşınca, Ocaklar en ateşli ve yorulmaz hamlelerle halk arasında bunun yayılmasına çalışacaklar ve en zevkli bir milli vazifeye daha kavuşacaklardır” demektedir.[36] Gerek Hars Heyetinin çalışmaları, gerekse İzzet Ulvi Bey’in Türk Ocakları Umumi Kâtibi olması, bu sıralarda Ocaklı aydınların Latin Harflerinin kabulü yönünde hazırlıklar yaptıkları anlaşılmaktadır.[37]

         

        Uluslararası rakamların alınmasına ilişkin yasa tasarısının TBMM komisyonlarında görüşüldüğü sırada 20 Mayıs 1928 günü Millî Eğitim Bakanlığından Başbakanlığa bir yazı sunulur. Burada “Lisanımızda Latin harflerinin suret ve imkân-ı tatbikini düşünmek üzere bir heyetin teşkilinin muvafık görülmekte olduğu” bildirilir. Haziranın ilk haftası üç mebus, üç Millî Eğitim görevlisi, üç uzmandan oluşan dokuz kişi dil encümenini oluşturur.[38] 26 Haziran 1928’de Maarif Vekâletince oluşturulan dil encümeni alfabeye son şeklini vermek üzere çalışmalarına başlamıştır. Önce 9 kişiden oluşan daha sonra 14 kişiye çıkarılan bu encümen Fransız, İngiliz, İtalyan, Macar vb. birçok milletin alfabesini incelemiş, bir aylık çalışmanın sonunda ağustos başlarında bir “Elifba Raporu” hazırlamıştır.[39] Yeni alfabenin hazırlanması sonrası 9/10 Ağustos gecesi Mustafa Kemal (Atatürk) Sarayburnu’nda yeni harfleri halka tanıtır. Ardından verdiği tarihî söylevi ülkede büyük yankı uyandırır. Artık bütün ülkede yeni harflerin tanıtılmasıyla ilgili seferberlik başlamıştır. Yine de kimi Ocaklılarda ve Ocak şubelerinde bir kararsızlık olduğu gözlerden kaçmıyordu. Bu kararsızlığın, Atatürk’ün Harf İnkılabı’nın ilk işaretini verdiği 10 Ağustos 1928 tarihinden önce mi yoksa sonra mı inkılap lehinde kararlılığa dönüştüğü hakkında kesin yargıya varmak ise oldukça zordur. 28 Haziran 1928 tarihli Karaman Türk Ocağı faaliyeti ile ilgili basında çıkan bir yazıda; Latin harflerinin şekil, sesleri ve mükemmeliyeti hakkında halka bilgi verilmekte olduğundan söz edilmekte,[40] 26 Temmuz 1928 tarihli Konya Türk Ocağı ile ilgili haberde ocak faaliyeti hakkında şunlar anlatılmaktadır. “Beynelmilel rakamların ve Latin harflerinin hükümetimizce kabulü üzerine muhterem halkımızdan arzu edenlere mezkûr rakamlar ve harfler öğretilmek üzere Ocağımızda meccanen dersler açılmak üzeredir. Miktarı kâfi talep olduğu takdirde şimdilik rakamlar öğretilecek, Latin harfleri Komisyonunca kat’i elifba şekli tespit edildikten sonra da Latin harfleri dersleri açılacaktır.[41] Atatürk’ün 10 Ağustos 1928 tarihinde Harf İnkılabı ile ilgili ilk işareti vermesinden önce Ocaklar halk arasında inkılaba zemin hazırlamaya başlamışlardır. Nitekim Türk Ocaklarının beynelmilel rakamların kabulü ve harf inkılabını kısa zamanda halka öğretilmesi ve benimsetilmesi için büyük bir kampanya başlattıklarını görüyoruz.[42] Türk Ocakları Merkez Heyetinin 8 Temmuz 1928’de yayınladığı tamimde, “Şimdiye kadar inkılap ve teceddüde ait hususlarda halka hizmeti kendisine şiar edinen Ocaklarımız için yeni bir mesai sahası tecelli etmiştir” denilmekte ve beynelmilel rakamların kullanılması ve halka öğretilmesi için bütün Ocak şubelerinin derhal faaliyete geçmesi istenmektedir.[43] 

         

        Atatürk’ün gösterdiği çağdaş medeniyet yolunda yürümeyi kendileri için en büyük görev bilen Samsun, Ankara, Gelibolu, İnebolu, Keşan, Cide, Çivril, Elmalı, Adana, Edremit, Kula ve Yozgat Türk Ocağı Şubeleri 20 Ağustos’tan önce yeni harfleri halka öğretmek için harekete geçmişler ve kurslar açmışlardır. [44] 

         

        20 Ağustos 1928 tarihinde Türk Ocakları Merkez Heyeti tarafından yayınlanan tamimde harf inkılabının önemi vurgulanarak ocaklılara şu direktifler verilmiştir:

         

         

        “Aziz kardeşlerimiz,

         

        Lisanımıza büyük bir inkişaf verecek ve Türk’ün her sahada tecelli eden kudretini lisan sahasında da gösterecek olan yeni harflerimizin her sınıf halkımız tarafından süratle öğrenilmesi hepimiz için bir mefkûre olmalıdır. Büyük müncinin muhali bile mümkün kılan idaresinin bu sahada da milletimize rehber olması, suhulet ve süratle muvaffak olacağımıza delildir. Asırlardan beri Arap harflerinin müşkülat ve esareti altında inkişaf edemeyen dilimiz aynı zamanda öğrenilmesi güç bir lisan haline gelmiştir. Yeni harfler sayesinde lisanımız süratle tamim edecek ve okuma-yazma bilmeyenler kısa bir zamanda bu saadete nail olacaklardır. Gazimizin sözlerini daima hatırımızda tutmalıyız. “Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanperverlik vazife biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde on, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olanlar utanmak lazımdır. Bu millet, utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmıştır, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni, doksanı okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir. Türk’ün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlarındır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataların tashih olunmasında bütün vatandaşların faaliyetini isterim. En nihayet bir sene, iki sene içinde bütün Türk heyet-i içtimaiyesi yeni harfleri öğreneceklerdir. Milletimiz yazısıyla, kafasıyla bütün âlem-i medeniyetin yanında olduğunu gösterecektir.” Binaenaleyh büyük müncinin gösterdiği hedefe doğru Ocaklarımızın derhal seferber olmaları ve bütün halka rehberlik etmeleri lazımdır. Ocaklar için en güzel, en sevimli bir mesai sahası açılmıştır. Derhal bu hususta faaliyete geçerek yeni harflerimizin süratle öğrenilmesi için kurslar açmanızı ve bütün mesai ve kudretinizi bu nokta üzerinde teksif ederek azami miktarda muvaffak olmanızı bekleriz. Kurslar birisi hiç bilmeyenlere ve diğeri de Arap harflerini evvelden bilenlere mahsus olmak üzere iki devreden ibaret olmalıdır. Bu kurslar tevali etmekle beraber köylülerle de imkân dairesinde iştigal edilmelidir. Elifbamızın son şeklini leffen size gönderiyoruz. Tedrisatı bu esasat dâhilinde yapmalısınız.

         

        Her Ocaklının bu işle alakasını temin etmenizi ve mesainizin derecesini ve harf öğrenmekle meşgul olanların miktarını peyderpey merkeze bildirmenizi ve tamimin alındığına ve ilk teşebbüse dair uzak yerlerden telgrafla, yakın mahallerden tahriratla malumat verilmesini rica ve bilvesile selam ve muhabbetlerimizi tekrar ederiz. Aziz kardeşlerimiz.”[45]

         

Merkez Heyeti Reisi Namına Umumi Kâtip

 

 

        16 Ağustos 1928 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan “ Türk Ocakları ve Türk Harflerinin Tedrisi” başlıklı yazıda, ocakların memleketteki yenilik hareketlerinin başında bulunduğu ve bu gibi hareketleri teşvik ettiği vurgulanarak, Merkez Heyetinin kararlaştırılan yeni harflerin son şekillerini ocak matbaasında bastırarak ocaklara dağıtmaya karar verdiği belirtilmektedir.[46]  Bu yazıdan, Merkez Heyeti tamiminin, Gazi’nin işaretinden 10 gün sonra yayınlanmasının sebebi daha iyi anlaşılmaktadır. Türk Ocakları Merkez Heyeti tamiminde alfabelerin son şeklinin gönderildiği belirtildiğine göre gecikme alfabelerin baskısından ileri gelmiştir. Türk Ocakları Merkez Heyetinin, Gazi’nin yazı değişikliği ile ilgili işaretinden 10 gün sonra alfabe baskılarını yapıp tamimle birlikte Ocaklara göndermesi, inkılap yolundaki ciddi ve başarılı çalışmasının göstergesidir.[47] İlk harekete geçen kurumlardan biri olan Maarif Vekâleti ve onun başında olan Mustafa Necati Bey’in bakanlıklara gönderdiği yazı ilgi çekici idi. 22 Ağustosta dışişleri ve diğer bakanlık memurlarına gönderilen yazı ile devlet memurları ve yeni harfleri öğretecek öğretmenlere ilk kursun 23 Ağustos 1928 tarihinde Türk Ocağında Talim-Terbiye ve Dil Heyeti üyelerinde İhsan Efendi tarafından verileceği belirtilmiştir.[48]

         

         

         

        Yeni Alfabe Türk Ocaklarında Halka Tanıtılıyor

         

         

        Türk Ocakları Merkez Heyetinin, Latin harflerinin halka öğretilmesi ile ilgili bu tamimi üzerine Ocaklardaki faaliyetlerin daha çok yoğunlaştığı görülmektedir. 20 Ağustos-31 Ağustos 1928 tarihleri arasında Vezirköprü, Muğla, Balıkesir, Görele, Karaköse, Trabzon,[49] Yenipazar, Gerede, Gönen, Ürgüp, Merzifon, Uşak, Sarıkamış, Niksar, Çal, Emet, Mersin, Şarkikaraağaç, Eskişehir, İstanbul, Gediz, Ünye, Dinar[50], Boyabat, Kayseri, Bilecik, Ödemiş, Bergama, Ordu, Sarayköy, Soma, Urfa, Havza, Ayaş, Babaeski, Düzce, Menemen, Konya, Mardin, Konya Ereğlisi, Kdz Ereğlisi, Kırklareli, Sındırgı, Simav, Sivrihisar, Tarsus, Darende, Polathane, Yalvaç, Mihalıçcık, Bursa, Alaşehir, Denizli, İnegöl, Kırşehir, Kilis, Sandıklı[51] ve Kastamonu Türk Ocakları yeni harfleri öğretmek için kurslar açmışlardır. [52]  Eylül ayında Akhisar[53], Demirci, Gaziantep, Karaman, Savur, Denizli-Kadıköy, Kandıra, Şarkışla, Bayramiç, Bornova, Tokat, Diyarbakır, Tire, Ordu, Palu, Sivas, Reşadiye,  Ilgın, Tekirdağ, Adapazarı, Sürmene, Giresun[54], Siirt, Mustafakemalpaşa, Afyon[55], Aziziye, Eğridir, Erbaa, Milas, Maraş, Muş, Oltu, Alanya, Bartın, Erzurum, Of ve Ulukışla Türk Ocakları bir veya birden çok dershaneli kurslar açarak yeni harfleri öğretmeye başladılar.[56]

         

        Açılan kursların başlangıç tarihi genellikle belirtilmemiştir. Haberlerin yayınlandığı kaynak ve haber içerikleri kursların hangi tarihte açıldığına dair net olmasa da fikir vermiştir. Ağustos-eylül aylarında yeni harfleri öğretmek için 110 ocağın kurs açmış olduğu dönemin basını ve resmî kaynakları tarafından belirtilmiştir. Ulusal basın Türk Ocaklarının Harf İnkılabı’na bakışı ve inkılabı halka yaymak için yaptıkları çalışmalardan övgüyle söz etmiştir.[57]  Ocakların seferberlik ilanı sonrası yeni harfleri öğretmek için açtıkları kurslarda 50.000 kişiye ders vermekte olduğu gururla ifade edilir.[58] Türk Yurdu’nun eylül sayısında, yeni harfleri öğretmek için faaliyete geçen 73 Ocağın çalışmaları duyurulmuş, Ocakların yeni harflerle yazışmaya hazır oldukları Ocağın merkez yayın organında belirtilmiştir.[59] İzmir Türk Ocağının en etkin üyelerinden biri olan Zeynel Besim Bey Harf Devrimi’nin önemini sık sık vurgularken, harflere kutsallık veren zihniyeti de yıkmaya çalışmıştır.[60] Hizmet gazetesindeki köşesinde “Yeni harfler iyidir, eski harfler fenadır” gibi gereksiz tartışmalar yerine bir an önce yeni harflerle okuyup yazmayı başarmanın gereği üzerinde durmuştur.[61] İzmir basınının önemli isimlerinden ve İzmir Türk Ocağının aktif üyelerinden olan Mehmet Şevki Bey gazetesi Ahenk’te “Bizim malımız olmayan Arap harflerinin” atılarak yerine dünyanın en gelişmiş yazısının alındığını belirten yazılar yazmıştır.[62] Türk Ocaklarının yeni harfleri öğretmek için 1928 yılının Ağustos, Eylül, Ekim aylarında gösterdiği faaliyetlerden bazıları şunlardır. Denizli’de yeni harfleri öğretmek için ilk kurs Türk Ocağı tarafından açılmıştır. Cumartesi, pazartesi, çarşamba günleri gündüz hanımlara, akşamları erkeklere verilen kursa doksanbeşi kadın olmak üzere iki yüz kişi katılmıştır.[63] Mersin Türk Ocağında üç kurs üzerinden (Arap harflerini bilenler, az bilenler, hiç okuma yazma bilmeyenler) açılan kurslar büyük ilgi görmüş, bu kurslara yirmi beşi kadın olmak üzere üç yüz yirmi kişi katılmıştır. Hanımlar için ayrı bir dershane açıldığı Ocak tarafından kamuoyuna ilan edilmiştir.[64]  Mardin Türk Ocağının, Muallimler Birliği ile açtığı kurslara yirmisi hanım olmak üzere 200 kişi katılmıştır.[65] Tekirdağ Türk Ocağında açılan iki kursun ilk devresine katılan elli erkek ve otuz hanım kursu başarıyla tamamlamalarının ardından açılan ikinci bir kursa ise kırk erkek ve on beş hanımın devam ettiği dönemin gazetelerinde belirtilmiştir.[66] Darende ve Denizli-Kadıköy Türk Ocakları yeni harfleri köylülere de öğretmek için 1928 yılı Eylül ayı içinde harekete geçtiler.[67] Türk Ocağı Giresun Şubesi 13 Eylül 1928 tarihli genel merkeze gönderdiği raporunda, yeni alfabenin öğrenilmesi için bir gece hiç bilmeyenlere, diğer gece de harfleri tanıyanlara yönelik dersler verildiği ve 200 kadar kişinin bu kurslara devam ettiği bildirilmiştir.[68]

         

         Hükümet Başkanı İsmet (İnönü) Paşa’nın 9 Eylül 1928 tarihli umumi program direktifinin 8. sayfa ve 7. halk başlığında halka okuma yazma görevi CHF ile onun kültür kuruluşu olan Türk Ocaklarına verilmişti.[69] Ocaklar bu görevi güçleri oranında yerine getirmeye çalıştılar. Havza’da Türk Ocaklılar imza ve mektuplarını yeni harflerle yazmaya başlarlarken,[70] Akhisar Türk Ocağı mahallelerde açmayı düşündüğü dershanelere öğretmen yetiştirmek için ayrı kurs açmıştır.[71] Aynı tarihlerde Bergama Türk Ocağı altı, Ödemiş Türk Ocağı dokuz dershanede yeni harfleri ve alfabeyi halka öğretmeye çalışmaktadır.[72] Ordu Türk Ocağının bütün oda ve salonları dershane haline getirilir.[73] Tire Türk Ocağı dâhilinde, iki şehrin çeşitli yerlerinde dört kurs açılırken, [74] Mersin Türk Ocağı kendi binasında ve Ocak sinemasında açtığı kurslara ilave olarak şehrin kenar semtlerinde üç kursun daha başlatılması çalışmalarını yürütüyordu.[75] Eylül ayı sonunda da Ocakların birçoğunun yeni harflerle yazışmaya hazır oldukları duyurulmuştur.[76] Bu arada Konya, Ayvalık, Cide, Bayburt, Ereğli, Gönen, Adana, Diyarbakır Türk Ocağı şubelerinde Harf İnkılabı konusunda konferanslar verilirken, bu konuda sohbet toplantıları ekim ayında da devam etmiştir. Türk Yurdu dergisinde verilen bilgilere göre Akçaabat Türk Ocağında yeni harflerle ilgili 6 konferans düzenlendiği belirtilmiştir.[77] Yeni harflerle ilgili yasal düzenlemelerin ardından İstanbul Türk Ocağının “Türkçe Konuşmayı Teşvik Cemiyeti” müesseselerini çağırmış ve nizamname müsveddelerini yapmışlardır. On bir kişiden mürekkep olmak üzere (Türkçeyi Koruma ve Yapma Encümeni) ismiyle bir encümen teşkil edilecek, bu encümen Türkçeyi tamime çalışmakla beraber yanlışları tashihle uğraşacaktı. Ocak şubelerinin İstanbul’a çektikleri telgraflarda bu faaliyete destek verdikleri ve içtenlikle katılacaklarını ifade etmeleri olaya sadece harf değişikliği olarak bakmadıklarının bir göstergesiydi.[78] İzmir gibi özellikle kurtuluş öncesi kozmopolit bir yapı sergileyen şehirlerde Türk Ocağı şubelerine daha büyük iş düşmüştü. Arap harfleri yerine Latin harflerinin kabul edilmesi, yeni harflerle Türkçenin öğrenilmesi ve öğretilmesi için yeterli değildi. Kentte Rumca, Yahudilerin bozuk bir şekilde kullandığı İspanyolca ve Fransızca dışında levanten ailelerin temsilcileri çeşitli Avrupa dillerini kullanmaya devam ediyordu. İzmir Türk Ocağı bu karmaşık tablo karşısında kentte yeni harflerin öğretilmesi için büyük bir kampanya başlatmış, kısa sürede olumlu sonuçlar alınmıştı.[79]  1928 yılı sonlarına doğru Türk Ocakları üyelerinin gayretleri sonucu Anadolu’da pek çok kent ve kasaba da düzenlenen kurslar sonrası halkın önemli bir bölümü yeni harfleri öğrenirken, Arap harfleri ile yazılmış olan levhalar değiştirilmeye başlanmış, sokak numaraları, mesken numaraları, resmî, ticarî tüm kurumların dükkânların levhaları yeni Türk harfleri ile değiştirilmiştir. 

         

         

         

        Millet Mekteplerinin Açılışı Sonrası Yeni Harflerin Öğretilmesi İşi ve Türk Ocaklarının Konumu

         

         

        1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun ile resmîleşen “Harf İnkılabı”[80] 3 Kasım 1928 günü yürürlüğe girmiştir. Başta Atatürk’ün ve Türk Ocağı, Muallimler Birliği, Maarif Vekâleti, basın gibi resmî ve özel kuruluşların çabaları sonucunda çok kısa bir sürede uygulamaya konulmuş, halkın ilgisi ile de başarıya ulaşmıştır. Yasa gereği 1 Aralık 1928’de Türk basını, devlet daireleri de 1 Ocak 1929’da yeni yazıya geçmek zorunda idiler. Ama bu yasal zorunluluktan öte yeni yazıya geçiş başlamıştı. Türk halkının yeni harfleri daha çabuk öğrenmesini sağlamak için 1 Ocak 1929 tarihinde “Millet Mektepleri” açılmış, Ocaklar, Millet Mekteplerinin hizmetinde faaliyetleri


Türk Yurdu Şubat 2011
Türk Yurdu Şubat 2011
Şubat 2011 - Yıl 100 - Sayı 282

E-Dergi: Ücretsiz

Sayının Makaleleri İncele