“Bayrak Şairi” olarak tanınan Arif Nihat Asya (7.2.1904-5.1.1975), Türk-İslam tarihi ve millî konulardaki duyarlılığı ile bilinir. 1071 Malazgirt Zaferi’nin 950. yılında Arif Nihat Asya’nın Malazgirt Zaferi’ni ve onun eşsiz komutanı Selçuklu Sultanı Alparslan’ı anlatan yazı ve şiirlerini hatırlatmamak olmaz diye düşündük. Bu konuda iki kitabı ve bir yazıyı hareket noktası yaptık. Malazgirt Zaferi’nin 950. yılı kutlu olsun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kıyamete kadar yaşasın!..
1971, Malazgirt Zaferi’nin 900. yılıydı; bu yıl ilk defa Malazgirt Zaferi’nin yıl dönümü devlet töreni ile kutlandı ve bu kutlamalarda T.C. Genel Kurmay Başkanlığı ile Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü faal olarak görev aldı. Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü, Malazgirt Zaferi’nin 900. yıl dönümü münasebetiyle Türkiye çapında bir şiir yarışması açtı. Yarışmada Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun “Çanakkale Marşı” adlı şiiri birinci seçildi. Bu şiiri Bahri Yüzlüler besteledi ve ilk defa bu bestesiyle Malazgirt’in 900. yılı kutlamalarında Malazgirt’te yankılandı. O gün, orada Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Arif Nihat Asya ve Alparslan Türkeş de bulundular (Gürel, 2021: 282-296).
A. N. Asya-A. Türkeş-N. Y. Gençosmanoğlu (Malazgirt, 1971)
Yarışma sonunda “Malazgirt ve Alparslan Şiirleri” adlı bir kitap yayımlandı. Bu kitapta, Bayrak Şairi Arif Nihat Asya’nın da dört şiiri yer almaktadır (s. 87-96). Bu şiirler sırasıyla şunlardır:
ALP ARSLAN
Baktı târih: O, büyük bir serdâr,
Ki Malazgird’de yazmış destan;
Size Ebced’le, yürekten, dedi: “Alp
Arslan, en yüce hân!”
Alp 33
Arslan 342
en 24
yüce 2
hân 651
Milâdî 1071
Ebcet hesabıyla tarih düşürmekte de mahir olan Arif Nihat Asya, bir tevafuku, dikkati sayesinde yakalamış ve ortaya da bu anlamlı ve düşündürücü dörtlük çıkmıştır (Asya, 1971: 87)
Kitaptaki ikinci şiir ise kültür ve bilim adamı M. Fahrettin Kırzıoğlu’na ithafen yazılmıştır. M. Fahrettin Kırzıoğlu, 1917 yılında Kars’ın Mamış ilçesinde dünyaya gelmiş ve 2005’te vefat etmiş tarihçi akademisyenlerimizdendir. Özellikle Kars ve yöresi ile ilgili çalışmalarıyla tanınmıştır. “16 Ağustos 1964” başlıklı bu şiir, Arif Nihat Asya’nın daha önce yayımlanan Kova Burcu adlı kitabında da yer almaktadır (Asya, 1967: 20).
16 AĞUSTOS 1964
-Fahrettin Kırzıoğu’na-
Bir da’vet var… hatırlayan, Alparslan!
Bir şanlı geçid… hazırlayan Alparslan!
Kars’ın, yine sofra sofra, da’vetlileri…
İkrâm ikrâm ağırlayan Alparslan!
“Anı Harâbeleri” başlıklı şiir ise bir yaramıza parmak basıyor. Biz, tarih yapmaktaki maharetini tarihini yazmakta ve tarihine sahip çıkmakta gösteremeyen bir millet hâline getirildik galiba!.. Arif Nihat Asya’nın bu şiiri, her şeyi bütün çıplaklığıyla anlatmaya yetiyor. Türkler, İslam dininin bayraktarı kimliğiyle Anadolu’ya Kars’tan yani Ani’den 1064 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan komutasında girmiştir… Bunu unuttuk galiba?..
MÖ 3000 yıllarına kadar inen kadim tarihiyle Ani, antik yerleşim yerlerindendir. 3600 yıl İpek Yolu üzerindeki ticaret merkezlerinden biri olan Ani, Selçukludan sonra İlhanlı, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Avşar Türklerinin hâkimiyetinde kalmıştır. Osmanlı Devleti zamanında da önemini muhafaza etmiştir. Ancak 1878-1918 yılları arasındaki Rus işgali, bu yerleşim yerinin çöküşünü hazırlamıştır. O bölgede Ani’nin yerini, bugünkü Kars almaya başlamıştır. Ani harabeleri binlerce yıllık tarihin izlerini taşımaktadır. Anadolu’da Türkler tarafından yapılan ilk cami, Selçuklu sarayları, hamamlarıyla ve diğer kültürlere ait yapılarıyla Ani, bugün için Türkiye’nin önemli ve gizemli turistik yerlerindendir. Burayı ziyarete gideceklere ve bu bölgede turist rehberliği yapanlara, Arif Nihat Asya’nın “Anı Harâbeleri” adlı şiirini mutlaka okumalarını tavsiye ederiz. Tarihiyle barışmak isteyenlere de duyurulur!..
ANI HARÂBELERİ
Yazık, ki yok
Tanınacak bir yanı
“Şehir” desen değil, “kır” desen değil…
Burası, Anı!
Aradıklarının -farkına varmadan-
Üstünde yürürsün
Önünde –sanki- batmış gemilerin
-Yer yer- direklerini görürsün!
Yirmi üç yılda bitirilmişken,
Sarayın neyi, kimi
Korur şu duvarlar, ki –bilinmez-
Bugün Anı’nın sûru mudur, lâhdi mi?
Havada savrulan küller,
Eski ocaklardan
Kalma olsa gerek.. yerde dikenler,
Eski oklarla eski mızraklardan.
İçli dışlı zâmanı insanla yılanın
Bir yılan, kemer olmuş şu burcun belinde;
Kaderini bir yılan çizmiş
Kız Kalesindeki güzelin de
Artık, ortada eser
Yok gibiyse de canlıdan
Vaktiyle üç yüz bin nüfûsun südü
İnek Tepesi’nden gelmiş, suyu Dumanlı’dan
Kalabalıkları taşıdığı devirlerde
Caddeler içeri, dışarı
Dışarıda yemişleri kümerler dağıtmış;
İçerde südü, süt havuzları!
Şimdi görmeye gelen,
Yanında getirip suyunu, azığını
Lokması ağzında büyüyerek
Mezarlıklarda yer ekmeğiyle katığını!
Burada alışveriş edenlerden kiminin
Çifte kızlar varmış paralarında;
Paralar ki bakır, gümüş, altın kızlariyle
Bugün de geçerdi, yarın da!
Ey ilâhileri –vaktiyle- çevreye taşan
Adaklı bâkirelerin hatırı
İçin “Güvercinli Kilise”
Diye anılmış Râhibeler Manastırı:
Şöyle: Uzaklara doğru
Yakından, yollar uzandığı çağlarda
Arpaçayı’nın altından
Bodrumlarına da âşinâ
Yer altı dehlizlerini
Gizlice geçenlerin
Kim silerdi ayak izlerini?
Ne Güvercinli Kilise’de
Bugün, güvercin;
Ne “Ebülmuammerân”ın sekiz köşeli,
Doksan dokuz basamaklı minâresinde müezzin!
Alparslan’ın sağ kolu
Şeddâd Oğulları’nın
Yaptırdığı bu camide Tanrı,
İbâdetini bekler sevgili kullarının!
Kuytularını dolaşırken
Yaşlı, genç, erkek, kadın
İ’tikâf hücrelerinde
Rahatını bozduk yarasaların.
Şu ufarak kilise, kubbesinde, çatısında
Olanı dökmüş önüne, ardına;
Haklıdır “Keçel
Kilise” diyenler, adına.
Birbirinden ayrı üslûblar, seksen
Yıl süren yapısına kaç neslin
Sanat anlayışı karıştığını
Göstermekte büyük Katedralin.
İzbelerinde günah çıkarma odalarından
Taşıyormuş gibi günahlar,
Uzansan, eline
Bulaşacak siyahlar;
Duvarında yılların yorgunu Meryem
Mevsimlerin soğuğundan, sıcağından
Koruduğu İsâ’yı –nerdeyse-
Düşürecek kucağından!
İyi nişan almış –belli-
Bir yıldırım, göklerde:
Yarısı yerinde şu öbür kubbenin,
Yarısı yerde!
Ma’bedlerde azizlerin
Hâleleri solmuş, çoktan;
Sûrlardaki gamalı haçlar
Gamlı haç olmuş, çoktan!
Baktığın mazgalın zamanla
Değişmiş biçimi, ölçüsü;
Kırılmış bir oyuncak, aşağılarda,
İpek yolunun köprüsü!
Nal şekilleri, işâretler, kitâbeler
Aynı alınyazısı;
Aynı kaderde birleşmiş üç köşerli sûrun
Sinbâd kapısiyle Hızır İlyas kapısı.
Ve Fetih hâtırası
İbâdethânenin önünde
Yerle bir olması yakın, şehîdine
Fâtiha okuduğun türbenin de!
Ey büyük dedem, büyük serdâr Alparslan,
Getirdiğin Dîn-i Mübîn
Hürmetine “Fethiye Câmi’i” olmuş
Büyük katedralin
Şimdi dışında değil.. İçinde kar, yağmur;
İçinde kış, yaz…
Kırık mihrâbında –ancak-
Yıldan yıla kılınır namaz.
Ve az ötede –kim bilir, kaç yaşında-
Bir mescidin yanıbaşında
Yatan, uykusu gelmiş minâre
Uyur… uyanmaz!
Boşuna arama, yolcu: Burda
Ma’bedinden, sarayından
Cemâatine, harem nüfûsuna kadar
Ne varsa akıp gitmiş Arpaçayı’ndan!
Kars’ın memlekette adı,
Yenidünyâ’da adaşı var
Anı’yı kim arar,
Kim sorar!
Yanılmamış diyenler:
“Bu kaleye şâd olmak yok;
Göğe direk, katıra kulun,
Anı’ya âbâd olmak yok!”
Ama, gözetlerken kuşkuyla
Karşı tarafın nöbetçi kuleleri
Burada otların rüzgârın,
Kelerlerin kımıldattığı kaleleri;
İçlenmeden, aldırmadan Anı
Unutulmuşluğuna, bakımsızlığına;
Şükrediyor, sınır çizilirken
Bu yanda kaldığına.
Zaman yine, bin yıl önce
Aktığı gibi akıyor;
Bir ma’bedin güneş saatinde –şimdi-
Güneş, saate bakıyor!
Malazgirt Zaferi’nin 900. yılı dönümü münasebetiyle Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü tarafından açılan şiir yarışması münasebetiyle yayımlanan kitapta, Arif Nihat Asya’ya ait son şiirin başlığı ise “Alp Arslan Marşı”dır.
ALP ARSLAN MARŞI
Kars’ım, Ankara’yım, Van’ım, Bolu’yum…
Boğazlar’dan aşan fetih yoluyum;
Murâdına ermiş Anadoluyum:
Tanrı, özenerek kurdu yapımı;
Selçuklu Alp Arslan, açtı kapımı!
Kalbim doğuştan “Türk, Türk…” diye çarpar!
Yıldız, “Yıldızım!” diye göz kırpar;
Şimdi, bayraktan, al bana el çırpar:
Tanrı, özenerek kurdu yapımı;
Selçuklu Alp Arslan, açtı kapımı!
Elinde kalbini Türk’e uzatan
Ben, bin altmış dörtten bu yana vatan.
“Benimdir, demiştim, bana gül atan!”
Tanrı, özenerek kurdu yapımı;
Selçuklu Alp Arslan, açtı kapımı!
Al, yeşil sulardır akar gördüğün;
Hâkaanım, boyları, kentinle köyün…
Dün Kars nişan, Bugün Malazgird düğün
Tanrı, özenerek kurdu yapımı;
Selçuklu Alp Arslan, açtı kapımı!
Türk’ün hem kalbi, hem eli, koluyum;
Onun canyoldaşı, onun kuluyum;
Vaktiyle boşmuşum… şimdi doluyum:
Tanrı, özenerek kurdu yapımı;
Selçuklu Alp Arslan, açtı kapımı!
Malazgirt Zaferi’nin 900. yıl dönümünde eğitimci, şair ve yazar Göktürk Mehmet Uytun (1935-2001) da bir antoloji yayımlamıştı. Resimli Malazgirt Şiirleri Antolojisi adlı bu kitabın tarihî ön sözünü Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Emin Bilgiç (Bilgiç, 1971: 13-18); edebî ön sözünü ise “Bayrak Şairi” Arif Nihat Asya yazmıştır (Asya, 1971:9-12).
Enstitü’nün hazırladığı kitap 26 Ağustos 1971’de yayımlanmış, Göktürk’ün hazırladığı kitap ise Mayıs 1971’de basılmıştır. Göktürk Mehmet Uytun, Resimli Malazgirt Şiirleri Antolojisi adlı kitap hakkında şunları yazmıştır: “Bu yıl, Malazgirt Zaferi’nin 900. yıl dönümüdür. Yani, 26 Ağustos 1071’den bugüne kadar tam 900 yıl geçmiştir. Beş bin yıllık bir tarihe sahip olan büyük Türk milleti batıda kurduğu Selçuklu Devleti’nin 900. yılını kutlamanın heyecan ve gururu içindedir. Tarihte hiçbir milletin hayatı bizimki kadar derin ve köklü değildir…”
Türklere Anadolu’yu ikinci bir vatan olarak armağan eden Büyük Selçuklu Sultanı Başbuğ Alparslan ve Malazgirt Meydan Muharebesi hakkında yazılan şiirleri bir kitapta toplamayı, tarihimizin bu dönüm noktasında kutsal bir görev bilerek titizlik ve ciddiyetle ele aldım” (Uytun, 1971: 7).
Bu antolojide, çoğunluğu o zaman için genç diyebileceğimiz şairlerden oluşan bir kadro dikkatimizi çekiyor. Antolojide olduğu gibi biz de burada bu şairlerin listesini soyadlarına göre alfabetik sırayla vermek istiyoruz: Yahya Akengin, İhsan Akyüz, Ahmet Anaç, Mehmet Ateşoğlu, Tevfik Turan Atasever, İrfan Atay, TalatAydın, Işık Hulusi Barlas, Sami Boz, Şevket Bulut, Dilaver Cebeci, Kemal Fedai Coşkuner, Behçet Kemal Çağlar, Hüseyin Çelikcan, Ali Rıza Çopur, A. Refik Demiray, Mehmet Dedeoğlu, A. Neşet Dinçer, Ahmet Doğan, Süleyman Arif Emre, Çoşkun Ertepınar, Arif Eren, Y. Niyazi Gençosmanoğlu, Nurettin Güler, Abdülkadir Güler, Azmi Güleç, Ahmet Muhtar Güneri, Ayhan İnal, Kaya Kayaçelebi, Yahya Kemal, Yaşar Durgun Kederi, Fikret Memişoğlu, Tahir Olgun, Cemal Oğuz Öcal, Süleyman Özbek, Ali Kemal Parıldar, Halûk Nihat Pepeyi, Nevzat Sebüktay, Muhsin İlyas Subaşı, Mehmet Şahin, Nadir Şener, M. Ali Şener, Reşat Tabak, Remzi Tarhan, Selahattin Tuncer, Enver Tunçalp, Suat Tutak, Ahmet Uğuralp, Göktürk Mehmet Uytun, Rıza Ümit, Şeybettin Yalçınkaya, İrfan Yamar, Dursun Yaşa, Hayalî Hasan Yavaş, Ahmet Yüzendağ, Halide Nusret Zorlutuna.
Kitabın sonunda, Ziya Gökalp’ın iki perdelik manzum Alp Arslan ve Malazgirt Muharebesi adlı piyesine de yer verilmiştir.
Arif Nihat Asya’nın Resimli Malazgirt Şiirleri Antolojisi kitabına yazdığı ön söz, ilahi bir tecelli niteliğinde ve ancak tevafuklarla izahı mümkün olabilecek ebced hesabıyla tarih düşmelerle örülmüştür:
“Batıdan gelen ordu Malazgirt kalesini geri alarak, kalenin önünde doğuya doğru cephe kurdu; güney batı istikametinde uzak bir sefere çıktığı için Malazgirt’e yetişebilmek çok zaman isteyen diğer orduyu hiç ummadığı bir günde, karşısında buldu.
Savaş çetin olmuştu.
Garip bir tecellî ile “çetin” kelimesi Ebced hesabında 463 tutmaktadır ve bu sayı, bilindiği gibi Malazgirt Meydan Muharebesi’nin hicrî tarihidir.
Malazgird Meydan Muharebesi
-1-
Ellerini öperek tarihin,
“Hatırındaysa –eğer- söyle, dedin,
Nasıl olmuştu Malazgird’de harb!
Dedi târih, cevâbında: “Çetin!”
Bizans ordusu çok üstün mevcûduna rağmen büyük bir bozguna uğradı. Aynı garib tecelli ile “Bozgın” kelimesi, Ebced’de 1071’dir.
ç 3
t 400
ye (i) 10
nun (n) 50
463
Bu sayı da, bilindiği gibi, meşhur meydan muharebesinin milâdî üzerinden tarihi olur:
Bozgun
-2-
Uzaklarda Malazgird ovasında Kostantin
Şehrine kadar, uzun
Yollar aşan haberci ancak –bir tek kelime
Söyleyebildi: “Bozgun!”
b 2
vav (o) 6
gayın (kalın g) 100
vav (u) 6
nun (n) 50
1071
Ebced’de 462 tutan “Hezimet” kelimesi de “Bir” ilâvesiyle büyük hezimetin târihidir.
Hezimet
-3-
Bizans umdu Malazgird’den esir, ganimet:
Koşa gelen biri, dedi: “Hezimet!”
“O gün Romen Diyojen esir düştü.”
h 5
z 7
y (i) 10
mim (m) 40
t 400
462
Bir 1
463
Tarihin gerçeğini dile getiren bu son cümle de Ebced’de 1071 etmektedir.
26 Ağustos 1071
-4-